“Bir çocuk ölüyor, göğsü dipçiklerle ezilmiş, çünkü büyükleri her şeyin başka türlü olmasını isteyecek kadar yürekli değillermiş.“ Simone de Beauvoir, Başkalarının Kanı, s.109
Bir aile büyüğüm, aramızdan ayrılan yakınlarımızın isimlerini geçenlerde tek tek sayıyordu. Soğukkanlı bir şekilde gözlerini kırpmadan isimleri zikrederken bizlerin de fani olduğumuzu ekliyordu. Her canlı ölümü tadacaktır.
(Ankebût Suresi – 57. Ayet) Herkes ölecek yaştadır, kimse erken ölmüyor.
Nitekim şair Cahit Sıtkı Tarancı “Otuz Beş Yaş‘ şiirinde ‘Yaş otuz beş! yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün.’ dizeleriyle
ortalama bir ömre 70 sene biçiyor. Aynı şiir şöyle bitiyor;
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Yazmak meşakkatli bir mesela. Hele söz konusu ölüm ise bu zorluk katlanıyor. Ölüm bir defaya mahsus olduğu için gizemlidir, sarsıcıdır, korkunçtur, belirsizdir. Ölüm kimilerine göre bir son kimilerine göre bir başlangıçtır. Kimilerine göre hayatın anlamı, kimilerine göre de anlamsızlığıdır. Ancak insan kendisini ölüme ilişkin hangi anlayışa yakın hissederse hissetsin, yaşamının en önemli fenomeniyle karşı karşıya olduğunu yadsıyamaz. Zira ölüm, en nihayetinde maruz kalınan bir şeydir. Insanlar öteki dünyaya göçünce yer değişiyor. Zaman kavramını önemini kaybediyor. Annemarie Schimmel’in Bonn’daki mezartaşı üstünde şu yazı var: “İnsanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar.
Bediüzzaman Said Nursi, Mektûbat eserinde ince bir tespitte bulunuyor; “Mevt, vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuttur…”
Ölümün yaşı yok amiyane tabirle ölenler elem bırakır kalanlara.. Ölenler ölümü bilmez, ölüm kalanların hikayesidir.. Öyle bir hikaye ki, kalanlar için kocaman bir boşluk söz konusu. Kalanların düşünceleri arasında cam kırıkları, tarif edilemeyecek duygular.. Acizlik karşısında hissedilen perişanlık ve çaresizlik. Kelimeler düğümleniyor boğazda. Zamanla alışmıyor insan. Yüzler değişiyor, yeni hikayeler başlıyor. Zikredilen isimlere yenileri ekleniyor.
Her şey, olması gerektiği zaman olur. Doğru zamanda. Doğru yerde. Sanki dünya, sayısız iplikle dokunmuş bir halıymış gibi. Bütün ipliklerin yeri belli.
Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler kitabının 1018. sayfasında ciğerimizi parçaladığı, yürek dağladığı, kalbe kağıt kesiği gibi ince ve derin bir çizik attığı minik bir kesit var. Ölüm döşeğindeki küçük İlyuşeçka’nın babasından son isteği, “Babacığım, mezarımı toprakla örttükten sonra üzerine bir ekmek kabuğu ufala, serçeler gelir; seslerini duyar, yalnız olmadığıma sevinirim. ”Evet, ölüme adım adım yaklaşan çocuk roman kahramanı İlyuşeçka fakat onu ölüme yaklaştıran da insanlar. Dostoyevski nedenleri sıralamadan, vicdanlara hitap ediyor. Bir çok ünlü yazara göre dünyanın en iyi eserleri sayılan kitabın başlangıcında yeryüzündeki cehennemin resmini çiziyor. Masum, saf ama felçli bir çocuk olan Lise karakteri üzerinden sunuyor. Dediğim gibi masumiyeti, günahsızlığı, saflığı iyiliği temsil eden çocuk karakterin içinde bulunduğu durum Okuyucunun canını yakıyor, çok yakıyor.. Belki de yazar burada okuyucuya ‘sen de sorgula kendini, masum değilsin. Bu düzenin böyle olmasında senin de suçun var.’ demek istiyor. Herkesin iç dünyasına hitap etmiş yazar. Kim neyi nasıl anlarsa anlasın. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. İnsan yüreğinde derin yaralar bırakan bir kitap.
Goethe’nin ünlü eseri Faust’ta şeytana karşılık gelen kötü karakter Mephisto şöyle der: Neden bu amaçsız yaratılış; yok olacaksa bir gün her yaratılmış? Ölüm, inançlı inançsız birçok insan için çok ciddi ve üzerinde çokça düşünülen bir olgudur. Bu konuda birçok yazar, şair, düşünür, teolog farklı farklı eserler yazmışlardır. Ünlü Fransız deneme yazarı Montaigne, “Ölüm Üzerine” denemesinde bu olguyla ilgili şu soruyu sorar: Eğer doğduğumuzda nihai sonumuz ölümse biz yaşamaya mı yoksa ölmeye mi başlıyoruz?
Yaşam ölüme sayısız hediyeler gönderir, ölüm bu hediyeleri sonsuza kadar saklar. Yaşam ile ölüm arasında ince bir sis perdesi var. Yaşayanlar ise bu sis perdesinin varlığını ve öteki tarafını hep merak etmiştir. Orada ne var, İnsan ruhunu ne bekliyor vb.. Bu sorular kutsal kitapların, edebiyatın ve elbette felsefenin en önemli konuları haline gelmiştir. Ben de bazan kendime şu soruyu sorarım: Ölümü edebiyattan çıkartsak ne kalır geriye?
Prof. Dr. Kaan H. Ökten, Ölüm Kitabı başlıklı bu seçkisinde geniş çaplı kültür çevremizin ölümle ilgili temel metinlerini bir araya getiriyor. Eski Mısır metinlerinden Homeros’a, İbn Sina’dan Yunus Emre’ye, Descartes’tan Kierkegaard’a, Heidegger’e, Camus’ya, Nermi Uygur’a kadar geniş bir yelpazedeki metinlerin yer aldığı kitabını Ökten, “Bitti ama tamamlanmadı” diyerek sunuyor okurlarına – tam da ölümün bıraktığı tamamlanmamışlık hissine uygun olarak…
“Bir tel kopar
âhenk ebediyyen kesilir.”
—Yahya Kemal Beyatlı . . [Rubâîler, Yahya Kemal Enstitüsü Yayınları: 1963, s. 36]